"YA ONA BİR ŞEY OLURSA?"- Aşırı Koruyucu Anne-Babalar...



Doğduğu gün kollarınıza aldığınız küçücük bebeğin gözlerinizin önünde yavaş yavaş büyümesi hiç kuşkusuz her anne baba için büyülü bir süreçtir. Doğumundan itibaren her geçen gün yepyeni bir alanda gelişimine şahit olduğunuz, ilk hareketlerle heyecanlandığınız, ilk kelimelerle duygulandığınız çocukluk yılları gün gelecek fotoğraflardan sizlere gülümseyecek. Doğumunu daha dün gibi hatırladığınız çocuğunuz bir gün koskocaman bir yetişkin olacak. Peki, ilk günden itibaren her anına şahit olduğunuz çocuğunuz nasıl bir yetişkin olacak, hiç düşündünüz mü? Bu soruya kesin ve net bir yanıt vermek imkansız olsa da, ebeveyn olarak benimsediğiniz tutum ve sergilediğiniz tavırların çocuğunuzu şekillendirdiği ve onun üzerinde kalıcı olumlu ve olumsuz etkileri olduğu bir gerçek.

İçinde yaşadığımız toplumda aşırı koruyucu ve kollayıcı ebeveyn davranışları genellikle iyi çocuk yetiştirme belirtisi olarak algılanabiliyor. Çocuğunun bir dediğini iki etmeyen, gözünü ondan ayırmayan, ihtiyaçlarını o daha söylemeden sezip yerine getiren ebeveynler bu tavırlarının iyi anne-babalık göstergesi olduğunu düşünerek övünebiliyorlar. Bu kişiler tarafından çocuğunu iyi yetiştirmek genellikle fazla koruma ve kollamayla eş değer tutuluyor.

Bu ebeveynler çocuğu düşecek diye koşmasına izin vermeyerek, zarar görür diye peşinden hiç ayrılmayarak, aç kalmasın diye yemeğini elleriyle yedirerek, üşür diye gece boyu üstünü örtmeye kalkarak, hasta olur diye dışarı bırakmayarak çocuklarını koruduklarını düşünüyorlar. Halbuki her konuda olduğu gibi koruyuculuğun da aşırıya kaçıldığında çocuğa yarardan çok zararı dokunuyor. Aşırı koruyucu, kollayıcı ve müdahaleci ebeveynler çocuklarını cam bir fanusta yetiştirirken onlara kendi elleriyle verdikleri kalıcı hasardan habersiz oluyorlar. Gün geliyor çocuk büyüyor, gelişiyor; anne-babasının elinin altında zapt edilemeyeceği yaşa gelince cam fanusa sığamamaya başlıyor. Sonunda yıllarca özenle korunduğu fanus kırılıyor ve çocuk sudan çıkmış balığa dönüyor çünkü dışarıda onu bekleyen ortam cam fanusun içindekinden çok daha farklı ve acımasız. Hava her zaman aynı ısıda, hayat içerideki kadar kolay ve etrafındaki insanlar anne-babası kadar özenli ve hassas olmuyorlar. İşte o ilk yıllardaki anne-baba tutumlarının ve cam fanustaki konforun bedelini hayat boyu ödemeye mahkum olan da çocuğun ta kendisi oluyor.  

Peki ama neden?

Çocuk yetiştirmek hiç kuşkusuz hassas ve bilinçli olunması gereken bir süreç; emek ve özveri isteyen meşakkatli bir iş. Çoğu hatalı tutum gibi aşırı koruyucu ebeveynlik de çocuğa zarar verme değil aksine özünde ona yararlı olma çabasından veya anne-babanın kendi çıkmazlarından doğuyor ve farklı ailelerde gözlemlenen aşırı koruyucu, kollayıcı ve müdahaleci anne-baba tutumlarının birbirinden oldukça farklı sebepleri olabiliyor.

Ebeveynlerden birinin veya her ikisinin de kendi hayatlarından ve ilişkilerinden tatmin olmadığı durumlarda çocuğa karşı aşırı ilgili ve kollayıcı davranılması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu gibi ailelerde ebeveynler kendi yalnızlıkları ve mutsuzlukları sonucu tüm dikkat ve ilgilerini çocuğa yönlendirerek çocukla adeta iç içe geçerler. Bunun sonucu olarak her an çocuğunun gözünün içine bakan, onun ihtiyaçlarını ondan önce fark edip anında karşılayan, her fırsatta kendisini çocuğuna adadığını gururla belirten bir ebeveyn modeli ortaya çıkar. Bu tür ebeveynler çocuğun büyüdüğünü kabul edemezler, ona sanki hala küçük ve kendisine muhtaç bir bebekmiş gibi davranırlar. İleriki yaşlarda dahi çocuğu kendi elleriyle besler, yıkar, giydirir, onunla uyur ve okul ödevlerini yaparlar. Tüm bunların altında yatan kendi mahrumiyet ve ihtiyaçlarıdır aslında fakat bunu farkına varmakta zorlanırlar. Çocuklarının kendilerine muhtaç ve bağımlı olması/kalması diğer ilişkilerinde mahrum kaldıkları ‘önemli olma’ ve ‘ihtiyaç duyulma’ hissini tatmin etmektedir.

Bir diğer örnekte ise çocuğa karşı benimsenen aşırı koruyucu ve müdahaleci tavırlar; çocuğun ailede konduğu yer ve ebeveynlerin kendi kaygıları ile ilişkili olabilir. Yıllar sonra çocuk sahibi olunması, çocuğun bir tehlike atlatarak hayatta kalmış olması veya ailenin tek kız/erkek çocuğu olması ailenin kaygı düzeyini önemli oranda yükseltebilen etkenlerden bazılarıdır. Bu gibi durumlarda çocuğa yüklenen değer ve çocukla ilgili yaşanan kaygılar sonucu ebeveynler aşırı kontrolcü ve kollayıcı bir tutum içine girebilirler. Her an çocuğa bir şey olacakmış ve onu kaybedeceklermiş gibi hisseden anne-baba çocuğun üzerinden bir an olsun gözlerini ayırmayarak her hareketini kontrol etmeye çabalarlar. Bu şekilde davranarak onu dış dünyanın tehlikelerine karşı koruduklarını düşünürler.

Anne-babanın kendi çocukluk deneyimleri ve travmalarının da çocuk yetiştirme üslupları üzerinde belirleyici bir etkisi olabilmektedir. Kendi anne-babası tarafından ihmal edildiğini veya korunup kollanmadığını düşünen bir kişi “Ben annem/babam gibi olmayacağım, çocuğuma böyle hissettirmeyeceğim” şeklinde bir kararla kendi çocuklarına karşı aşırı koruyucu ve kollayıcı bir tutum içine girebilir. Bir diğer örnekte kendi ebeveynleri tarafından aşırı koruyucu ve müdahaleci bir tutum içinde yetiştirilen bir kişi çocuk sahibi olduğunda kendi şahit olduğu anne-baba modeline sadık kalarak çocuğuna kendisine davranıldığı şekilde davranabilir.

Örneklerde görüldüğü üzere aşırı koruyucu, kollayıcı ve müdahaleci anne-baba tutumlarının özünde bir ihtiyacı tatmin etme çabası, yaşanan korku ve kaygılar veya nesiller arası aktarılan deneyimler yatmaktadır.  

Aşırı koruyucu anne-baba olmanın sonuçları

Nefes aldırmayan kontrol ve denetleyiciliğin, aşırı koruma ve kollayıcılığın ya da boğucu ilgi ve şefkatin çocuğun sağlıklı gelişimi üzerinde kalıcı olumsuz etkileri vardır. Bu etkiler ilk yıllarda fark edilemese de zamanla geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabilir.
Aşırı koruyucu anne-baba tavırları sonucu ebeveynler ve çocuk adeta iç içe geçmiş bir yaşantı içine girerler ve çocuğun sağlıklı fiziksel, ruhsal ve sosyal gelişimi sekteye uğrar. Anne-babanın bu tür yanlış tavırları çocuğu ebeveynlerine bağımlı ve zorluklar karşısında çaresiz kılar, özgüveninin gelişmesini engeller, onun kendi kendine yetemeyen ve kendi kararlarını vermekten aciz bir birey olmasına sebep olur. Üşüyüp üşümediği sorulmadan giydirilen, düşer korkusuyla oyun oynamasına izin verilmeyen, zarar görür diye evden çıkarılmayan çocuk kendini dinlemeyi, ihtiyaçlarını fark edip gidermeyi ve kendini korumayı öğrenemeden büyür. Düşmesin diye her adımda engellenen çocuk hangi hareketin tehlikeli olduğunu öğrenemez çünkü çocukluğu boyunca anne-babası henüz olumsuz koşul belirmeden önünü kesmiştir bile. Oysa rahatça oynamasına izin verilen çocuk önce defalarca düşer belki; fakat zamanla nerde durması gerektiğini, hangi hareketin riskli ve hangi oyunun tehlikeli olduğunu keşfeder. Zorluklar, engeller ve hatalar çocuğu hayata hazırlar çünkü her hata ve çatışma öğretici bir deneyim, her engel bir gelişim fırsatıdır. Aşırı koruyucu ve kontrolcü tavırlar çocuğun kendi bedeninin sınırlarını keşfetmesine, çevresini tanımasına ve kendisini korumayı öğrenmesine fırsat vermediği için sağlıklı gelişimi sekteye uğratır ve çocuğu ruhsal açıdan ‘sakatlar’.

Anne-baba tarafından benimsenen aşırı koruyucu ve kontrolcü tavırlar çocuğa olumsuz mesajlar da vermektedir. Her an anne-babası tarafından kontrol edilen, korunan, uyarılan ve engellenen çocukta “Sen kendi başına yapamazsın”, ”Her an benim yardımıma ve korumama ihtiyacın var” hisleri uyanabilir ve bu mesajlara sık sık maruz kalarak büyüyen çocuğun özgüven ve benlik saygısında geri dönüşü olmayan hasarlar meydana gelebilir.  Bu şekilde yetiştirilen çocuk bir yerden sonra gördüğü aşırı ilgi ve kontrole bağımlı hale gelerek her adımında bunlara ihtiyaç duyar. Sonunda kendi başına hiçbir şey beceremeyeceğine inanan, başkalarına muhtaç ve çaresiz bir birey haline gelir.

Aşırı korumacı ebeveynler her an çocuklarının gözlerinin içine bakar ve onlar daha ihtiyaçlarını dile getirmeden harekete geçerler. Her istediği anne-babası tarafından anında karşılanan çocuklar zamanla ihtiyaçlarını/isteklerini dile getiremeyen, çekingen veya savunmasız bireyler haline gelebilecekleri gibi sert, çevresindekileri kendi ihtiyaçları için kullanmaya alışkın ve bencil bireyler haline de gelebilirler. Her iki durumda da kişilik gelişimi sekteye uğramaktadır ve çocuğu baş etmesi zor bir yetişkinlik hayatı bekliyor demektir. Ne de olsa hayatta karşılaşacağı kimse onu anne-babası gibi el üstünde tutmayacak, ona koşulsuz şartsız hizmet etmeyecektir.

Aşırı koruyucu ve kontrolcü tavırlar çocuğa zarar verdiği gibi anne-babanın hayatını da çocuk odaklı ve aşırı yorucu bir hale getirir. Sürekli çocuğuna kötü bir şey olacakmış gibi kaygılanan anne-baba çocukları etraftayken her an onu takip eder, çocuğundan uzaktayken ise yüksek endişe ve kaygı yaşayarak yaptıkları hiç bir şeye yoğunlaşamazlar. Bu tür ebeveynlerin en yoğun uğraşları çocuklarını korumak, kollamak ve denetlemek haline gelir; kendi hayatlarını yaşayamaz olurlar.

Peki ama ne yapabilirim?

·                     Büyürken çocuğunu desteklemek her ebeveynin en doğal hakkı ve arzusudur elbette. Bu noktada dikkat edilmesi gereken yardımcı olmaya çalışırken zarar vermemektir. Ebeveynlere düşen en önemli sorumluluklardan biri çocuğa destek olurken onu bir yandan da hayatın zorluklarına ve yetişkinliğe hazırlamaktır. Bu yolda çocuğa zaman zaman küçük de olsa sorumluluklar vermek ve yaşına uygun görevler üstlenmesini sağlamak onda sorumluluk duygusunun oluşmasına sebep olacaktır. Sorumluluk alması sağlanan ve kendi başına bir şeyler başarmasına izin verilen çocuğun kendine güveni de gelişecektir.
·                     Çocuklara sınırları belli olan ve rahatça hareket edebilecekleri bir yaşam alanı vermek önemlidir çünkü kendilerini ve çevrelerini keşfetmek için hem bu alana hem de sınırlara ihtiyaçları vardır.  Aşırı koruyucu ve denetleyici anne-baba tavırları çocuklara hareket imkanı sağlamaz, onları köşeye sıkıştırır ve ruhsal açıdan sakatlar. Bu tür tavırlar benimseyen ailelerde çocuklara genellikle söz hakkı verilmez ve onlar adına kararlar alınır. Oysa ki aile kararlarında çocukların da fikrini sormak, aile içi süreçlere onları da dahil etmek, kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmelerine izin vermek çocukların sağlıklı gelişimine büyük ölçüde katkıda bulunacaktır. Taşınma, okul seçimi gibi kritik kararlarda bunu yapmak daha zor olabilir fakat eve alınacak küçük şeyler, akşam yemeğinde ne yeneceği veya ailece yapılacak aktiviteler gibi daha basit konularda karar verirken çocuğa söz hakkı tanımak onda fikrine kıymet verildiği ve ailenin önemli bir parçası olduğu hissini uyandıracaktır.
·                     Elbette ailelerin çocuklarını tehlikelerden korumaları ve bir noktaya kadar onları denetlemeleri olağan ve gereklidir. Öte yandan çocukların hareketlerini başlarına kötü bir şey gelecek korkusuyla sürekli kısıtlamak onları koruduğumuzu zannederken zarar vermemize sebep olabilir. Büyük riskler taşımayan durumlarda çocukları engellemek yerine onların küçük fiziksel zararlar görmek pahasına keşfetmelerine izin vermek uzun vadede daha yararlı olacaktır. Düşecek korkusuyla her adımında uyarılan, her hareketi kontrol edilen çocuklar belki daha az düşer, dizleri daha az yara olur ama aşırı koruyucu tavırların verdiği psikolojik zararların etkileri bir ömür sürebilir. Çocukların kendi hatalarını yapmalarına izin verin; bırakın düşsünler. Düştükçe dikkatli olmayı ve zamanla kendilerini korumayı öğrenecekler.
·                     Kendi korku ve kaygılarımızı çocuklara yüklememeliyiz. Unutmayalım ki korku ve kaygı bulaşıcıdır dolayısıyla ebeveyn olarak sergilediğimiz tavır ve tutumlarımız bu korku ve kaygıların çocuklara da aşılanmasına sebep olabilir. Kaygı ektiğiniz çocuklar büyüdüklerinde korku ve endişe içinde yaşamaya mahkum edilen yetişkinlere dönüşebilirler.  O noktadan sonra artık bıraksanız da kendi kendilerine hareket etmeye cesaret edemeyecek ürkek ve savunmasız bireyler olarak hayatla baş etmekte zorlanırlar. Dolayısıyla çocukların güçlü ve kendi kendilerine yeten birer yetişkin olmaları için ebeveynlerin de kendi tavır ve tutumlarına dikkat etmeleri önemlidir.
·                     Elinize geçen her fırsatta çocuğunuza ona güvendiğinizi ve onun güzel şeyler başarabileceğini düşündüğünüzü hissettirin. Böylece onun da kendisine olan inancı artacaktır. Bu tür mesajlarla büyüyen çocuklar ilerde kendilerine daha fazla güvenen ve değer veren bireyler olurlar. 
·                     Her ebeveynin çocuğunun iyiliği için onu koruması, denetlemesi ve bazen de engellemesi gereken zamanlar vardır elbette. Bu gibi durumlarda kaldığınızda sadece “Hayır”,”Yapma”, “Oradan uzak dur” demek yerine çocuğa neden engel olduğunuz onun anlayabileceği bir dille açıklanmalı ve izin vermemenizin sebebini çocuğunuzun da anladığından emin olunmalıdır.
·                     Çocuk yetiştirmek hiç şüphesiz çok emek isteyen zor bir iştir ve çocuğunuz büyürken mahrum kaldığınız birçok şey olabilir. Onun sağlığı için hayatınızdan çıkardıklarınız, o zorluk yaşamasın diye yaptığınız fedakarlıklar ve onun iyiliği için vermek zorunda kaldığınız kararlar zaman zaman sizi zora sokabilir. Çocuğunuzun sağlıklı ruhsal gelişimini baltalamamak için yaptığınız fedakarlıkları asla ona baskı yapmak, onu kontrol veya ikna etmek için kullanmayın. Çocuğunuzu kendinize minnettar hissettirmeniz zaman zaman o an istediğinizi almanızı sağlasa da uzun vadede onun psikolojisi ve ilişkiniz üzerinde kalıcı olumsuz etkiler bırakabilir.

Anne Bebek dergisinin Mayıs 2012 sayısında yayınlanmıştır.